21 Ağustos 2016 Pazar

ALNIMA DA YAZICAM TIP DİYE

Görmemişliğin sınırlarını zorluyorum blogumda. Her yere tıp yazdım resmen haha.
Ama aslında işin gerçek kısmı şu ki; gerçek hayatta tıp okuduğumu bile karşımdaki ısrarla "okuyorsun anladık da, ne okuyorsun?" Demediği sürece söylemiyorum. Çünkü ben bu bölümü hava atmak, para kazanmak,  saygı görmek amacıyla yazmadım.

Blogumda neden böyleyim peki? Çünkü dikkat çekiyor. Tıp okumak, doktor olmak insanların gözünde inanılmaz, olağanüstü bir şey hatta.

Arkadaşlar cidden, öyle bir ilgi görüyorum ki resmen ünlü gibi. Yakında imzalı resmimi isteyecekler diye korkuyorum. (Ki başıma benzeri geldi, bi kadın elimi tutup kardeşim yaşındaki çocuğa sürttü, benim gibi olsun diye)

Yine de beklediğim bu değil. Yani ben eskisi gibiyim ama ismimin başına "doktor" ünvanı geleceği için insanlar epey değişti bana karşı.  Eskiden de Fen Liseli olduğum için ilgi görürdüm ama bu bambaşka bir şey.  Benim çevremdeki herkes doktorları bu kadar sevip, saygı duyarken internette bu kötü yorumları kimler yazıyor anlamıyorum.


Ben ileride doktor olacağım. Ama ondan önce insanım. Ve her gün daha iyi bir insan olmak için çalışıyorum. Gelecekteki kendime söz veriyorum, mesleğimi şerefiyle yerine getirecek ve her gün elimden gelenin en iyisini yapacağım. Hastanın psikolojisini anlamaya çalışacak ve durumları kişiselleştirmeyeceğim. Önceliğim insan hayatı olacak. Mesleğimi yalnızca hastanede kullanacağım.  Beyaz önlüğü çıkardığımda kendi hayatımı yaşayacak ve ne olursa olsun kendimden ödün vermeyeceğim.

19 Ağustos 2016 Cuma

Doctor Stranger

Merhaba! Yine bir dizi tanıtımıyla sizlerleyim. Tıp Fakültesi'ni kazandığımdan beri doktorlu dizilere dadandım. Çok hevesliyim değil mi? Hahah. 1.yılın konularını hallettim bence :D

Konuyu dağıtmazsak, Doctor Stranger 2014 yılında yayınlanan 20 bölümlük bir dizi.

Oyuncu kadrosunda:

Lee Jong‑suk

Jin Se‑yeon

Kang So-Ra

Park Hae‑jin

Gibi ünlü isimler var. 

Konusu ise: Güney Kore'li bir kalp cerrahı,  Kuzey'le ilişkilerin gergin olduğu bir dönemde Kuzey Kore'nin liderini ameliyat etmek zorunda kalır. Ameliyat ortasında ise oğlu ameliyathaneye getirilerek tehdit edilir. Ameliyat bittikten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Cerrahımız ve oğlu Park Hoon güneye dönemeyecektir.



Buradan sonrası biraz spoiler olabileceği için konuyu kısaca belirtmek istedim.


Ben diziyi genel olarak beğendim. Güzel bir diziydi. Kuzeydeki sahnelerin daha fazla olmasını isterdim. Bir de romantik sahnelerin daha çok olmasını. Yani o kadar izliyorsun izliyorsun, son bölümde hooop üstünkörü birkaç sahneyle hallediyorlar işi. Kore dizilerinin bu huyunu hiç sevmiyorum.


Puanlayacak olursak 7/10 veriyorum bu diziye. 


Spoiler:


Bu nasıl bir sahneydi ya? Kız resmen sevdiği adamı seven kadını teselli etti. Bakışa bak sanki "bilmez miyim canım, bilmez miyim...." der gibi hahah.

4 Ağustos 2016 Perşembe

Neden Kore Dizisi İziyorum?

Merhaba!

Ben gerçekten çok üşengeç bir bloggerım. Ancak bir sebebim var. Telefondan yazıyorum hep. Laptopum, bilgisayarım yok. Aslında var ama hep kardeşim kullanıyor. Onun odasında bir de. Bu yüzden resim falan koyamıyorum.
Hep dizi tanıtımı yapmak istesem de (epey birikti) resimsiz yazıları kendim de çok sıkıcı bulduğumdan hiç bulaşmıyorum artık.
Ben de neden kore dizisi izlediğimi yazayım dedim. Çünkü konu ne zaman dizilerden, filmlerden açılsa "ben de çok dizi izliyorum"dediğimde insanlar hep Amerikan dizilerinden konu açıyorlar. Ben "genellikle Kore dizisi izliyorum Amerikan yapımları sarmıyor beni " diyerek çekildiğimde ise
 "Nasıl yani ... da mı izlemedin"
"Şaka yapıyorsun herhalde, televizyonda da mı görmedin? "
"Ama ... izlemişsindir, o kadar da değil yani"
"Efsane kızım o!"
Gibi kurşunlara maruz kalıyorum. Yeri geldiğinde beni "ergen" olarak görüyorlar. Sığ birisi olmadığımı da bildikleri için bocalıyorlar biraz.
Açıkçası internet ortamını pek seven biri değilim. Dolayısıyla birçok "güncel olay" denilen şeylerden haberim de yok. Yani aslında çok ünlü bir hollywood oyuncusunu yolda görsem tanımayabilirim. (Kore dizilerindeki gibi bir şey yaşayabilirim her an. Hani klişelerden biridir... Anladınız onu... Evet... Evet...)
Bunun nedeni ise şu:
14 yaşındayken bir şeyler yaşadım ve bütün arkadaşlarımı sildim. (Özel hayatın gizliliği sebebiyle yazar burada daha fazla bilgi vermeyecektir.) Büyük bir boşluğun içine düştüm. Gerçekten çok kötüydü. Beynimi daha fazla kullanmak istemediğime karar verdim. Kendi hayatımdan uzaklaşmak filan. Vampire Diaries ile başladım ilk önce. İlk 2 sezonunu izleyip bıraktım. How I Met Your Mother'ı ise 5. veya 6.bölümde bıraktım. Benim için çok fazla müstehcenlik vardı. Kaldıramadım da açıkçası. Daha önceden de arada sinemada veya TV'de Amerikan filmlerini izliyordum tabi. Ama olmadı işte. Benim hoşuma pek gitmedi. Zevk meselesi.
 Daha sonra Koizora'yla karşılaştım. (Japon dizisi) Farklı geldi. Sonra Secret Garden! Gerçekten aradığımı buldum. Efsane bir diziydi. Hala da benim için 1 numaradır. Ondan sonra da devamı geldi işte.
Ne zaman hayatımdan kaçmak istesem, odaklanmak, düşünmek istemesem, dizi izlerim. Kafamı ancak bu şekilde tamamen boşaltabiliyorum. Hem kulaklarım hem de gözlerim meşgul olunca. Beynimi ancak bu şekilde off'a alabiliyorum. Ve kore dizileri de bunun için mükemmel. Farklı bir dünya, farklı bir kültür ve bize yakın bir kültür. Ben vıcık vıcık öpüşme sahnelerinden (hele birkaç kere ötesine de giden sahnelerr maruz kalmıştım onlardan da) tiksiniyorum. Evet bu kadar açık.
Geçenlerde kuzenim beni yine yöneltmişti Amerikan dizilerine. İnternette Breaking Bad izlemeyen Mars' lıdır falan gibi şeyler okuyunca dedim bi ineyim Marstaki safir köşkümden. 2.bölümün 10.saniyesinde bıraktım. Ve artık tamamen ilişiğimi kestim.
Ben kore dizilerimle mutluyum.
Ben kafamı bu şekilde boşaltabiliyorum.
Benim eğlencem de bu.
İstediğiniz kadar yargılayabilirsiniz. Çok yorgun olduğumdan genellikle cevap vermem.

26 Temmuz 2016 Salı

Oldu... Çok Güzel Oldu... Ama Bir Şey Değişmedi!

Sınavdan çıkalı çok oluyor biliyorum.  Bir türlü gelemedim buraya. Artık ümidimi de yitirdim bloguma karşı. İstediğim gibi bir blog yapabilmek için çok zaman harcamam gerekiyor ama benim böyle bir vaktim yok. Aslında meşgul değilim fakat yine de bloga zaman ayıramıyorum.
Gelelim sınav sonuçlarıma. Oldu. Cok da güzel oldu. Beklediğimin çok üstünde bir puan aldım. Tıp kazanıyorum. Istanbul, Ankara,İzmir gibi birçok ildeki tıp fakültelerine de girebiliyorum.  Ama tercih etmeyeceğim.  Kendi ilimdeki tıp fakültesine gideceğim.  Eğitimini, binasını gezdim. Hoşuma da gitti. Artık bir tıp fakültesi öğrencisiyim diyebilirim.  Birkaç gün içinde tercih de yapacağız.
 Dönem içinde uykuma hep dikkat ettim. Belirli bir tempoda çalıştım dolayısıyla hiç yorulmadım. Bu tempo arkadaşlarımı, öğretmenlerimi çok endişelendirdi. Kazanamayacağımı, yapamayacağımı düşündüler. Güvenmediler bana. Çok şey yaşadım.  Gerçekten. Ve şimdi yorgunum çünkü geceleri uyumuyor, gündüzleri uyuyorum. Yemek yeme düzenim de alt üst. Kafamın içi de dağınık.  Birçok şeyden vazgeçtim artık. Tıp Fakültesi'ni de bu yüzden tercih ediyorum. Hayatımdan vazgeçtiğim için.  Yaşayamadığım zamanı hastalarıma armağan etmek istiyorum. Kendimde yıllarca depoladığım ve benim hiçbir işime yaramayan umudu onlara vermek istiyorum. Belki onlar daha iyi kullanırlar. Neyse benim depresif sıkıcılığımla boğmayacağım bu yazıyı. Bu kadar. Yeni bir sayfa açılıyor önümde.

3 Mart 2016 Perşembe

Dua...

13 Mart'ta bir sınava gireceğim. Ygs denilen.
Ne yapacağım, ne yaptım, ne yapıyorum inanın bilmiyorum. Ne düşündüğümü, ne hissettiğimi de. Normalim. Her zamanki benim işte. Bir değişiklik yok. Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum.  Zorluyorum kendimi. Ama abartmadan. Günde 500-1000 soru çözmüyorum belki, hala telefonda, televizyonda takılıyorum. Birkaç konu eksiğim de var. Ama... Umrumda da değil.  Yapıyorum işte bir şeyler.  Çabalıyorum.

Her zaman hayırlısı. Inşallah hep hayırlısı!

Biliyorum çok fazla okunmuyor bu blog ama olur da bu yazıya denk gelmişsen okuyucu, bir duanı esirgeme benden.

Hadi eyvallah!

7 Kasım 2015 Cumartesi

Imkansızı İstemek

Öyle güzel hir hayal ki bu... Kocaman kırmızı bir bilye kadar güzel. Karnımı bir balon gibi şişirecek kadar heyecanlandırıyor beni. Derslerde, yürürken, otururken, uyumadan önce...Her an aklımda.
Nasıl da isterim o hayatı. Nasıl da isterim o resimlerin için de ben de olmayı... Nasıl da isterim öyle bakmayı, öyle gülmeyi... Öyle giyinmeyi, oralarda olmayı...
Nasıl da farklı benim yolum. Benim kaderim...
Nasıl da isterim şu çemberi kırmayı.
Sisifos misali, o kayadan kurtulmayı.
Olmayacak bir düş bu. Acemi, çocuksu ve hatta gülünç. Ama istiyorum işte.
O kadar çok sevgi var ki ve bir o kadar da büyük bir nefret içinde, kalbim,taşıyamadı kırıldı.
O kadar çok düşündüm ki şu gencecik alnım kırıştı.
O kadar çok üzüldüm ki gamzem kayboldu.
Ve şimdi o kadar çok mutlu olmak istiyorum ki hepsine değsin.
Bir kez olsun, bir kerecik, çok mutlu olacak-mışım gibi olup çakılmıyım yere.
Ama imkansız işte. Gözlerimi dolduracak kadar imkansız. Düşündükçe bile beni mutlu etmeye yarayan şey gerçekliğe döndüğümde beni paramparça ediyor.
İmkansızı istemek, ne kadar da zor!

14 Ağustos 2015 Cuma

Neden?

Çok mutsuzum blog. Az önce çok kötü bir haber aldım. Hıçkıra hıçkıra ağlamak geliyor içimden, isyan etmek...
Ama resmen çöktüm. Oturdum kaldım öylece. Nasıl bir bezginlik var içimde,nasıl kavruluyorum.
Gözkapaklarım ne kadar ağırlaştı. Meğer soluduğum hava ne kadar yoğun ne kadar da sıcakmış.
Ne istedik hayattan ya?
Biz bunları hakedecek ne yaptık?
Neden hiçbir istediğim şey ilk denememde olmuyor?
Neden hep karşıma bir sürü engel çıkıyor?
Azıcık mutluluk ya azıcık. Ucundan. Ara sıra,40 yılda bir. Çok mu?
Bilmiyorum.
Nasıl bir sınav bu, neyle sınanıyoruz, bilmiyorum.
Hep içimde bir umutsuzluk.
Hep bir mutsuzluk.
Hep bir "nasılsa olmayacak"
Hep bir nasipsizlik, kısmetsizlik.
Ben artık yoruldum.
Hesaplaşmaya da gücüm yok.